Cüneyt Alphan

Tarih: 10.11.2025 01:40

Rojava’yı Yok Saymak, Sahadaki Gerçeği İnkâr Etmektir

Facebook Twitter Linked-in

Mesut Değer:

Rojava’yı Yok Saymak, Sahadaki Gerçeği İnkâr Etmektir

Ortadoğu’nun en aksiyonlu ülkelerinden biri olan Türkiye’nin politik gündemi her zamanki gibi yoğun ve heyecanlıdır.
Doğrusu, kendi yoğunluğum (ders, kitap çalışmam vs.) nedeniyle politikanın sıcak gündemine pek zaman ayıramıyorum ama sürekli de takip ediyorum.

Diyarbakır’ın göbeğinde yetişmiş siyasetçilerden, CHP Diyarbakır eski Milletvekili ve CHP eski Genel Sekreter Yardımcısı Mesut Değer’in bana gönderdiği “Barış Süreci” ve “Suriye” politikasıyla ilgili analizleri önemli bulduğum için sizlerle paylaşmak istedim.

Aslında Mesut Değer, Türk siyasetine hem bir ayna tutuyor hem de Şam yönetimine dikkat çekici uyarılarını sorularıyla yöneltiyor.

İşte Mesut Değer’in analizi…

“Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı, dengelerin her gün yeniden kurulduğu bir dönemden geçiyoruz. Suriye sahası, bölgesel ve küresel güçlerin satranç tahtası hâline gelmiş durumda.

Bu tabloda en kritik meselelerden biri Rojava’dır. Çünkü Rojava yalnızca Suriye’nin bir parçası değildir; Türkiye’nin iç barışıyla, Kürt meselesiyle, hatta Ankara’nın bölgesel vizyonuyla doğrudan bağlantılıdır.

Bugünlerde herkesin gözü 30 Eylül sonrasına çevrilmişken, masadaki asıl konu PYD-YPG’nin silah bırakıp bırakmayacağı, SDG’nin Suriye ordusuna katılıp katılmayacağıdır. Bu mesele, yalnızca Şam’ın ya da Mazlum Kobani’nin kararıyla çözülecek bir dosya değildir. Ankara’dan Washington’a, Moskova’dan Tel Aviv’e kadar uzanan geniş bir eksen bu süreci yönlendirmektedir.

Suriye sahasında PYD/YPG’nin geleceği tartışmaların merkezindedir. ABD’nin bölgede konuşlandırdığı askerler, İsrail’in giderek artan etkisi ve Kürtlerle kurduğu ilişkiler, Rojava’yı sadece bir yerel sorun olmaktan çıkarıp uluslararası bir mesele hâline getirmiştir.

Birleşmiş Milletler kürsüsünde yapılan açıklamalar, Türkiye’nin kırmızı çizgilerini bir kez daha ortaya koydu: PYD/YPG’nin varlığı ve silahlı pozisyonunu sürdürmesi, Ankara için doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak değerlendiriliyor.

Ancak YPG cephesinden gelen “silah bırakmayacağız, gerekirse karşılık veririz” açıklamaları, bu sürecin kolaylıkla ilerlemeyeceğini gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli ve Hakan Fidan’ın açıklamaları oldukça net: YPG silah bırakmazsa ve Suriye ordusuna katılmazsa bu durum Türkiye için bir tehdit olarak görülecek. Yani Ankara açısından mesele, silahların kimin elinde olduğundan çok, o silahların hangi siyasi otoriteye bağlandığıyla ilgilidir.

Buna karşılık Mazlum Kobani ve YPG cephesinden gelen mesajlar sert: “Silah bırakmayacağız, saldırı olursa karşılık veririz.” İşin ilginç yanı, bu çıkış yalnızca Kürt hareketinden değil, Barzani’den ve bölgedeki aşiretlerden de destek buluyor. Yani Türkiye’nin karşısında yalnızca YPG değil, daha geniş bir Kürt dayanışması vardır.

İsrail’in Suriye Hamlesi

Son dönemde öne çıkan en önemli gelişmelerden biri, İsrail’in Suriye’deki etkisini artırmasıdır. İsrail, hava sahası kontrolü ve güvenlik garantileri üzerinden Şam ile bir dizi anlaşmaya yönelmiş durumda.

Bu olası yakınlaşma, Türkiye açısından hem fırsat hem de risk barındırıyor. Zira Suriye-İsrail ilişkilerinde bir normalleşme, Ankara’nın Şam üzerindeki diplomatik etki alanını daraltabilir. Türkiye’nin bu noktada “Neden ben aynı zeminde Suriye ile masaya oturamıyorum?” sorusunu kendisine sorması kaçınılmazdır.

Rojava ve Türkiye’nin Stratejik Çıkmazı

Rojava meselesi, Türkiye’nin iç barış süreciyle doğrudan bağlantılıdır. Kürtlerin Suriye’deki kazanımları, Ankara’nın Kürt politikasını yeniden düşünmesini zorunlu kılmaktadır.

Eğer Türkiye Rojava’yı tamamen dışlayıcı bir çizgide kalırsa, bölgedeki aktörlerin (ABD, İsrail, hatta Barzani yönetimi) YPG üzerindeki etkisi daha da artacak ve Ankara sahadan tamamen dışlanabilecektir.

Çünkü süreçte gözden kaçırılmaması gereken bir diğer başlık da İsrail’in rolüdür. Bugün masada konuşulan gizli-açık anlaşmalar, Suriye hava sahasının fiilen ikiye bölünmesi ve İsrail’in güvenliğini tehdit edecek her türlü oluşumun engellenmesi üzerine kurulmuş durumda.

Bu tablo, Türkiye için önemli sorular doğuruyor. Eğer Şam ile Tel Aviv arasında bir yakınlaşma gerçekleşirse, Ankara’nın Suriye üzerindeki etkisi ciddi biçimde azalacaktır. Cumhurbaşkanı’nın BM kürsüsündeki konuşmasında hissettirdiği “Ortadoğu’nun hamisi benim” vurgusu işte bu kaygıyla ilgilidir.

Türkiye’nin Çıkmazı

Ankara, yıllardır Rojava’ya karşı sert bir pozisyon aldı. Ancak bu siyaset, bölgede Türkiye’yi yalnızlaştırma riskini taşıyor. Çünkü ABD askerleri Rojava’da varlık gösteriyor, İsrail Kürtlerle ilişkilerini güçlendiriyor, Barzani ve aşiretler YPG’ye destek veriyor.

Türkiye bu tabloyu tamamen dışarıdan izleyemez.
Rojava’yı yok saymak, sahadaki gerçeği inkâr etmektir.

Bugün Suriye’nin kuzeyinde fiilen bir özerklik vardır ve bu durumun yarın ortadan kalkması pek mümkün görünmüyor. Ankara’nın yapması gereken, bu gerçeği kabullenmek ve güvenlik kaygılarını koruyarak diplomatik kanallar açmaktır.

Barış Sürecine Dönüş Mümkün mü?

Türkiye isterse, Kürt meselesi diyalog yoluyla çözülebilir.
Bugün Rojava ile kurulacak bir diyalog, içeride barış sürecinin yeniden canlanması için bir fırsat olabilir.

Mazlum Kobani’nin ya da bölgedeki diğer Kürt temsilcilerinin Türkiye’ye davet edilmesi, devletin güçlü ve özgüvenli tavrını gösterecektir.

Aksi takdirde Kürt meselesi, sürekli dış güçlerin elinde bir koz olarak kullanılmaya devam edecektir.

Türkiye’nin önünde birkaç seçenek var:

  1. Sert çizgiyi korumak: YPG’yi her koşulda tehdit görmek, askerî müdahaleyi gündemde tutmak. Bu yol kısa vadede güçlü görünse de uzun vadede yalnızlaştırıcıdır.
  2. Şam ile diyalog: Suriye yönetimiyle yeniden masaya oturmak, İsrail-Suriye yakınlaşmasının dışında kalmamak.
  3. Rojava ile resmî temas: Güvenlik kaygılarını gözeterek Rojava’nın taleplerini dinlemek, karşılıklı bir yol haritası çıkarmak.
  4. Barış sürecine dönüş: İç barışı yeniden gündeme almak, Kürt meselesini silah yerine siyasetle çözmek.

Bence Türkiye’nin geleceği, üçüncü ve dördüncü maddelerde gizlidir. Sert politikalar bugüne kadar sonuç vermedi. Ankara, güçlü bir devlet olduğunu sahada olduğu kadar masada da gösterebilir.

Değer’den Suriye Yönetimine Sorular

PYD/YPG ile Şam arasındaki görüşmelerin tıkanması, olası savaş hazırlıkları, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Türkiye’ye yönelik tehdit içeren açıklamaları ve uluslararası dengelerin yeniden şekillendiği bu süreçte, Şara’nın Washington’daki mesajları tarihî öneme sahip olacaktır.

Bu çerçevede Sayın Ahmed El-Şara’ya yönelttiğim sorular şunlardır:

Yeni Anayasa ve Uluslararası Hukuk
Sayın Başkan, Suriye’de demokratik hukukun üstünlüğüne, insan haklarına saygıya ve uluslararası antlaşmalara bağlı bir yeni anayasa oluşturmayı düşünüyor musunuz?

Kürtler ve Azınlıklar İçin Bölgesel Yapılanma
Kürt halkı ve diğer azınlıklar için yerel özerkliğe dayanan kantonal bir bölge modeli hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin Onayı ve Savaş Riski
Eğer Türkiye bu modele onay vermezse, Kürtlere yönelik haklar yeni anayasada yer alabilecek mi? Yoksa Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yeniden bir çatışma, hatta savaş riski mi doğacak?

Dış Etki ve Ulusal Egemenlik
Kararlarınızı alırken önceliğiniz Suriye’nin ulusal çıkarları mı olacak, yoksa başka ülkelerin etkisi altında mı kalacaksınız?

Geri Dönüş Hazırlıkları
Milyonlarca Suriyeli mültecinin geri dönüşü için ne gibi somut adımlar atıyorsunuz? Bu konuda Türkiye ile koordinasyon sağlanacak mı?

Suriye’nin geleceği artık sadece Şam’da değil, Washington’da da yazılıyor.

Son Söz

Eğer Ankara, Rojava ile ilişkilerini resmileştirir ve Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözme iradesi gösterirse, hem içeride hem dışarıda çok daha güçlü bir aktör hâline gelir.

Aksi hâlde çatışmalar, krizler ve yalnızlaşma bizi bekler.

Türkiye’nin önünde açık bir yol ayrımı var:
Ya barışı seçecek, ya da aynı kısır döngüyü sürdürmeye devam edecek.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —