Fakir misafirlere, altın ve gümüş akçeler verilirmiş. Ramazan ayında gündüzleri sokaklar boşalır, halk gündüzleri uyur, akşamları ise hem çalışır hem de eğlenirlermiş. İftar ile sahur arasında ortaoyunu, meddah, karagöz gibi oyunlar izlenirmiş. Ayrıca başta saray olmak üzere tüm devlet erkanı ve dairelerinde heyecan dolu bir koşuşturma başlarmış. Özel olarak Ramazan ayının huzurlu ve sıkıntısız geçmesi için bütün tedbirler alınırmış. Ne güzel dimi böyle Ramazan sevinci yaşamak. Geldi geliyor derken gidiyor şimdi Canımın Canı Ramazan. Ne güzel bir aysın sen. Senin gelmenle birlikte insanlar kendilerine çekidüzen vermeye başlamışlardı. Şimdi ise az kaldı gidiyorsun bizden; geride kalan ise bereketin ve rahmetin.
Kalmadı o eski Ramazan aylarının huzurlu ve heyecanlı tadı. Büyüklerimiz anlatırdı; eskiden Ramazan aylarında diş kirası diye bir olay varmış. Eve iftara çağrılan yoksul akrabalar evden eli boş gönderilmezmiş. Yani ev sahibi evine davet ettiği misafirine; evime geldin benim için zahmet ettin, dişlerini yordun bu yüzden hakkını ödeyemem diyerek, gelen misafirine ihtiyacına göre hediye verirmiş. İşte buna diş kirası derlermiş. Ne güzel bir düşünce değil mi!. Peki ya şimdi; var mı Ramazan ayında böyle güzel geleneklerimiz!. Şimdi misafirliğe yoksul davet etmek yerine zengin akraba davet edilir. Ayrıca gelen misafir elinde ne getirecek diye heyecanlanır ev hanesi. Gelen hediye güzel ve pahalıysa ikramlar çoğalır, gelen hediye ucuzsa hemen suratlar asılır. Ahh çekiyorum içten içe. Nerden nereyee. Hoşçakal diyorum şimdiden sana. Seneye seni heyecanla bekliyorum Canımın Canı Ramazan.