Bugün, 30 Ocak 2025 Perşembe

Cüneyt Alphan


Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sokrates Ahlakı

Uzun süredir düşündüğüm ama yazmaya fırsat bulamadığım CHP 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun mahkemedeki savunmasıyla Sokrates’in baldıran zehiriyle idam edilmeden önce yaptığı savunmayı karşılaştırmak istedim.


Yüz yıllar akıp geçse de tarihte yaşanan olayların ve kahramanların benzer özellikleri hep aynıdır.

Tarihin akışı değişiyor ancak insanlığın yazgısı hiç değişmiyor.

Birileri insanlığın geleceği için ahlaklı bir savaş verir, birileri de insanlığın yıkımı ve ahlaksız yaşamın egemenliği için savaş verir.

İyilerle kötülerin savaşı üç milyon yıldır devam ediyor.

İyilerin en büyük suçu örgütsüzlük, kötülerin en büyük şansı da örgütlülüktür.

Önce Allah’a, sonra tarihe, sonra topluma ve kendimize karşı dürüst, cesur, vicdanlı ve ahlaklı olalım; bu toplum; sırf etnik, mezhep, cesur ve namuslu kişiliğinden ötürü Kemal Kılıçdaroğlu’na sahip çıkmayarak kendi geleceğini karanlığa teslim etme pahasına Kılıçdaroğlu’nun Alevilik ve Kürt kimliğini hazmedemedi.

Kutuplaşan/kutuplaştırılan bu toplum parayı, gücü ve hırsızları seviyor. Sağcısı/solcusu, dindarı-dinsizi fark etmiyor. Ortadoğu toplumlarının değişmeyen tek karakteristik özelliğidir.

Para ve gücü kendine ilah yapar…

Sokrates ne denli barışsever olursa olsun, ay zamanda Devrim Partisi’nin fikir önderi, nefret edilen aristokratik felsefenin kaynağı, tartışma yoluyla serseme çevirdiği gençleri baştan çıkaran kişiydi.

Bu yüzden demokratların önderi Anitos ile Meletos, Sokrates’in ölmesi gerektiğini, böylesinin daha iyi olacağını düşündüler.

Aynı şekilde Kılıçdaroğlu’da Melih Göçeklerin, M. Mir Dengir Fıratların canlı yayınlardaki korkulu rüyasıydı. Erdoğan’ın karşısına çıkmaya cesaret edemediği tek liderdi.

Böylece nasıl ki felsefenin ilk şehidi Sokrates olup, Sokrates’in baldıran zehir içerek ölmesine karar verdilerse Kılıçdaroğlu’nun da her ne pahasına olursa olsun siyaset sahnesinden silinmesine karar verilmişti.

Kılıçdaroğlu savunmasında yargıçların yüzüne:

“Ben buraya işlediğim bir suçtan ötürü kendimi savunmak için değil, işlenen suçları kayıtlara geçirmek, hesabını sormak ve tarihe not düşmek için geldim.

Tarih, bana gerçekleri söyleme görevi verdiği gibi size de bu gerçekleri kayıt altına alma fırsatı sunmuştur.

Sayın Yargıç, karşınızda ‘Hırsıza hırsız’ dediğim için çıktım.

Sizlerin ve aziz milletimin huzurunda ve tarih önünde tekrar söylüyorum;

‘Oğlum evdeki paraları sıfırladın mı’ diyen adam HIRSIZDIR.

‘Bir tek yüzüğüm var, zengin olursam bilin ki çalmışımdır’ diyen adam zengin olmuş ise Sayın Yargıç, buradan tekrar söylüyorum BAŞÇALANDIR – HIRSIZDIR.

Yaptığı hırsızlık, yolsuzluk nedeniyle malvarlığının hesabını veremeyenler, egemen güçler tarafından teslim alınırlar. Ve bu sonuçta o ülke için felaketlerin kapısını aralar” diyordu.

İşte bu sözlerden ve onun cesur/ namuslu kişiliğinden ötürü onu sanık sandalyesine oturtmuşlardı ama tek farkla, o hem adaleti, hem yargıçları, hem onu oraya oturtan gücü ve hem de tarihi yargılıyordu.

Kılıçdaroğlu’nun bu müthiş savunması tıpkı Sokrates’in idam edilmeden önceki sözleri aklıma geldi:

Ne diyordu Sokrates:

“Sokrates: Hadi bakalım, Kriton sözünü dinleyelim. Ezilmişse, zehri getirin, değilse ezin” diyordu.

İdam edilmeden önce tek bir horoz borcu vardı. Unutmamıştı ahlakın ve adaletin sembolü Sokrates.

Seslendi dostuna:

Asklepios’a bir horoz aldık, onu yerine getir, unutma!..”

Kılıçdaroğlu savunmasında şöyle diyordu:

“Trump, Erdoğan’a ne dedi?

‘Malvarlığını araştırırım.’

Teslim alınmış ve bütün yetkileri elinde bulunduran ‘saray’ ne yaptı? İstediklerini derhal yerine getirdi.

Egemen güçler tarafından teslim alınan bir devlet başkanı ülkesine hizmet edemez. Bu da tarihin önümüze koyduğu bir başka gerçektir.

Beni en iyi devleti soyanlar tanır.

Çünkü onlar beni susturmak için yedi sülalemi araştırdılar.

Para alan, emir alır.

‘ Ödeyecek paranız yoksa elinizdeki toprakları vermek zorunda kalırsınız” diyordu Kılıçdaroğlu.

Peki, Sokrates savunmasında yöneticilerle ilgili ne diyordu?

Şunu diyordu:

“Gerçek yöneticiler, yönetmeyi bilenlerdir.

Kendilerini bilgili olarak satanlar, gerçekte en bilgisiz olanlardır.

Güzel sözler söyleyen fakat söylediklerinin anlamını kavramayan papazlara ve kâhinlere benziyorlardı.

Gerçek şu ki Atinalılar, bilge olan yalnız Tanrı’dır.

Tanrı’ya adanmışlığım yüzünden yoksul kaldım.

Meletos şairlerin; Anytos, meslek sahipleri ve politikacıların, Lykon da söylevilerin adına bana dava açmış durumdalar.

Sözüme başlarken de söylediğim gibi, kendimi böyle ciddi bir iftiradan bir anda temize çıkarmam mümkün değildir.

Dolaysıyla beni tanrıtanımazlıkla değil devletin tanıdığı tanrılarla inanmamakla suçluyorsun.

Ama yargıçlar, bu adam Güneş’e ve Ay’a inanmıyor. Güneş’in taş, Ay’ın toprak olduğunu söylüyor.

Ben kendimi Tanrı’nın, devletin başına musallat etmek için yarattığı bir at sineğiyim.

Ben Tanrı’nın kente armağanıyım “ diyordu.

Peki, Kemal Kılıçdaroğlu ne diyordu?

“Ben Kemal Kılıçdaroğlu!

75 yaşındayım. Hayatım boyunca alnımın teriyle kazandım.

Çocuklarımı helal lokma ile büyüttüm.

Ben Kemal Kılıçdaroğlu!

Hatalarım, pişmanlıklarım ve üzüntülerim yok mu?

Tabi ki var.

Sayın Yargıç, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, vasiyet olarak ‘Kılıçdaroğlunu aileme emanet ediyorum’ diyen milliyetçi ve vatansever diye bildiklerimiz işbirlikçi çıktı, onlara inandığım için hata ettim” diyordu.

Aynı mealde Sokrates savunmasında ne diyordu?

“Başkalarını sorguya çekme görevi bana Tanrı vermiştir, bu yol bana kehanetlerle, gözüme gözüken hayaletlerle, Tanrı iradesinin insanlara her türlü araçla gösterilmiştir.

Atinalılar!

Bu sözüm gerçektir ve ispat edilmesi zor bir şey değildir.

Yargıcın resmi görevi, herkesin hakkını ölçerek yargılamaktır; kendi keyfine göre değil, yasalara göre yargıya varmak için yemin etmiştir.

Ölüm değil, haksızlık korkutuyor…

Öyleyse beni ölüme mahkum etmiş olan sizlere şunu bildirmek isterim ki, ben ölür-ölmez, bana verdiğiniz cezadan çok daha sert bir ceza sizi bekliyor.

Beni öldürmekle hayatınızın hesabını vermekten kurtulacağınızı sanıyorsanız aldanıyorsunuz.

Bana inanın, sandığınızın tam tersi olacaktır.

Tanrısal bir ruh beni korudu!” diyordu.

Kemal Kılıçdaroğlu mahkemede onu sırtından hançerleyenler, ülkenin ve halkın geleceğini karanlığa itenler, ona namus sözünü verip de sözünden dönenler, seni babam gibi seviyorum deyip ilk fırsatta onu arkadan vuranlar, para için onu satanlara; tarih önünde ve yargıçların huzurunda, yüzlerine şunu diyordu:

“Evet hatalıyım. Bu kadar kötü olabileceklerini tahmin edemedim.

Pişmanım!

Kurulan müesses nizamı ve ülkenin içine girdiği bu tehlikeyi daha iyi anlatamadım. Milletimizi ikna edemedim. Sahte videolar ile sahtekârlık yapanlarla daha çok mücadele edemedim.

Derler ki ‘Köyün ve ailesinin sevgisini alamayan bir çocuk, ısınmak için o köyü yakar.’

İşte Sayın Yargıç, o çocukları tekrar kazanamazsak bizi yakarlar. Sizlerin ve tarihin önünde ifade etmek istiyorum.

Mücadele etmekte kararlıyım!” diyordu.

Aynı şekilde Sokrates de yargıçların yüzüne haykırarak şunu diyordu:

Ey yargıçlarım!

Size gerçekten şaşılacak bir olayı anlatmak isterim. Şimdiye kadar, gündelik işlerde bile, kötü veya yanlış bir şey yapmak üzere olduğumda içimden gelen tanrısal bir ses beni alıkoyuyordu.

Ancak sizden tek bir şeyi rica ediyorum. Eğer çocuklarım büyüdükleri zaman, erdemden çok zenginlik ya da herhangi başka bir şey için çabalayacak olurlarsa ben sizinle nasıl uğraşmışsam, siz de onlarla uğraşın, onları cezalandırın.

Kendilerine, hak etmedikleri bir değer verir, önem vermeleri gereken şeye önem vermez, hiçbir işe yaramadıkları halde kendilerini bir şey zannederlerse, ben size nasıl itiraz etmişsem, size nasıl kızmışsam ve engellemeye çalışmışsam, siz de onlara aynı şekilde davranın.

Bunu yaparsanız, o zaman bana da, oğullarıma da adil ve haklı davranmış olacaksınız” diyordu.

          İşte biz millet olarak kendi hırsımız uğruna kendimizin ve çocuklarımızın geleceğini karanlığa teslim ettik.

          Çok geç değil, yeniden dirilmek için ayağa kalkabiliriz…