Cüneyt Alphan

Tarih: 08.02.2025 08:25

Gizli/Derin Devlet Gazetecisinin İtirafları…

Facebook Twitter Linked-in

Bu gazeteciler daha çok söz konusu devletlerin devlet televizyonlarında özellikle istihdam edilirler. Yurtdışına gönderilen muhabirlerin çoğu da yine devletin istihbarat elemanlarıdır.

Bide ABD ve İngiltere gibi güçlü devletlerin de hem kendi içlerinde hem de dünyanın pek çok yerinde gazeteci olarak çalıştırdıkları istihbarat elemanları vardır. Örneğin Amerikalı yazar John Tirman’ın yazdığı “Dünyayı Sömüren Amerika” adlı kitabında ABD’nin dünya ölçeğinde kendi propagandasını yapmak için (özellikle Ortadoğu’da) yıllık 25 milyar dolar paranın harcandığını söyler.

Ülkemizde de yerel/ulusal basında çalışan yüzlerce iç/dış istihbarat elemanı gazeteci vardır. –Ki nitekim geçen yıllarda PKK’nın kaçırdığı MİT elemanlarının cebinde çıkan MİT’e çalışan gazetecilerin isimleri yayınlandı.

Zaten bizim gibi giderek otoriterleşen devletlerde, devletle bağı olmayan gazetecilerin de pek yaşama şansı da yoktur. Namuslu, mesleğin etik ve vicdanına sahip gazeteciler ya açlığa mâhkum edilir, ya cezaevine atılır, ya işten atılır, ya hakkında onlarca dava açılır, ya öldürülür ya da sürgüne gönderilir. 

Kolay kolay çalışma ve yaşama alanı bulmaz bu gazeteciler.  

Basın, ifade ve düşünce özgürlüğü konusunda dünya sıralamasında yine son sıralardayız. 

Ve maalesef ülkede gazetecilik bitirildi, sadece iktidarın gör dediğini gören, yaz dediğini yazan gazeteciler kaldı. Bide kendi mahallesinden başka mahallede çıkan yangınları görmeyen, inançlı kesimi yok sayan solcu geçinen iktidara muhalif gazeteciler var.

Elbette ki gazeteciliğin namusuna sahip çıkan gazeteciler benim için baş tacıdır. Bunu ayrı tutuyorum.

Konunun başlığına gelirsek, gazeteci Sabahattin Önkibar’ın yazdığı “Derin ve Gizli Devlet Gazetecisi Olarak İtiraflarım” adlı kitabını okudum. Önkibar’ın devlete çalıştığıyla ilgili zaten birçok gazeteci biliyordu ama kendisinin itiraf etmesi başlığı daha da anlamlı hale getiriyor. 

S. Önkibar durup dururken neden böyle itiraflarda bulundu, çıkarları mı örtüşmedi, kendi tabiriyle “derin devlet” onu kullanıp attığı için mi kızıp böyle bir kitap yazdı, bu bir manevra mı, ya da gerçekten vicdanen rahatsız olduğu için mi itiraflarda bulundu, bilmiyorum.   

Çünkü satır aralarında vicdanen rahatsız olduğunu da ifade ediyor. 

Her ne kadar Önkibar “Derin ve Gizli Devlet” dese de, bu devletin ne bir derinliği var ne de bir gizliliği kaldı. En basitinden kozmik odayı dünyayla paylaşan bir devletin nasıl bir gizliliği olabilir ki? 

Derin Devlet” e gelince, bu da bir efsanedir aslında, bu devletin hiçbir derinliği de yoktur. Diyarbakır’da gazetecilik yaparken gerçekten bir “derin devletin” varlığına inanıyor, işlenen bütün cinayetlerin derin devletin işlediğini düşünüyordum. 

Ancak Ankara’yla tanıştıktan sonra sadece devletin içine yerleşen çetelerin olduğunu, bu çetelerin devlet gücüyle başvurduğu cinayet, yağma, talan, sömürü ve her türlü illegal eylemler yaptığını da öğrendim. 

Eğer bu devletin bir derinliği olsaydı hiç şüphesiz ki biz bugün bu ağır siyasi, ekonomi, kültürel ve sosyal krizleri üst üste yaşamazdık.   Burada bir parantez açayım, 1990’larda Diyarbakır’da gazetecilik/televizyonculuk yaparken başıma gelen iki ilginç olayı paylaşmak isterim. 

Bir gün bir gazeteci arkadaşım aradı “Xalo (dayı)” dedi, “sana bir arkadaş göndereceğim, yardımcı olur musun?” dedi. Hay hay dedim. Meşhur Deniz Kızı Pastanesi’nde oturduk dediği şahısla. 

Sohbete başladık, arkadaşımın gönderdiği arkadaş, Kürt özgürlük mücadelesinin, Kürtlerin demokratik haklarının ancak silahla alınabileceğini, Türk devletinin sürekli Kürtlere soykırım, işkence uygulandığını ve bu yüzden dağa gitmek istediğini söyledi. 

Uzun boylu, sarışın ve son derece diksiyonu düzgün biriydi. Kürtlere de hiç benzemiyordu. 

Peki benden ne istiyorsun? Diye sordum. 

HADEP’liler seni sever, sürekli Kürt meselesiyle ilgili program yapıyorsun, yurtsever birisin, mutlaka dağdakilerle de tanışıklığın vardır, bana yardım et, dağa gönder, ne istersen veririm” dedi.  

Kahkaha attığımı hatırlıyorum… 

Kendisine özetle, bak arkadaş, evet devletin uyguladığı ağır insan hakları ihlallerine, köy yakmalarına, faili belli cinayetlere karşı çıkıyorum ama ben savaşa ve kardeş kavgasına da karşı biriyim. 

Tüm çabam bu savaşın bitmesine dairdir. 

Ayrıca ben gazeteciyim ne HADEP’le, ne dağla, ne hiçbir parti, örgütle de ilgim ve alakam yoktur. Mesleğim gereği sürekli HADEP’lileri televizyonlara çıkarıyorum, tıpkı diğer tüm partileri ekrana çıkardığım gibi. MHP’yi de çıkardım. Dağa gitmene karşıyım ancak çok istiyorsan HADEP orada, dağ da orada. Gider konuşursun. Sana yardımcı olmam söz konusu bile değil dedim. Ne yaptı, ne etti ağzımdan laf alamadı. 

Sonra onu gönderen arkadaşım: 

“Xalo ölümün kıyısından ucuz kurtuldun” dedi.O arkadaş hâlâ bir devlet kuruluşunda aktif olarak çalışıyor. Yani MİT elemanıdır. 

Yine bir gün televizyon programım gece geç saatlerde bitti. Eve yaya gelirken sabaha kadar açık olan ciğerciden üç porsiyon ciğer aldım. Kendime, rahmetli anneme ve kardeşime aldım, üçümüz de ciğeri seviyorduk. 

Oturduğum Kaynartepe mahallesinde tam bizim sokağa girerken beyaz steyşın arabanın içinde iki kişi çıktı. Biri kibar bir sesle; 

“Cüneyt Alphan! Seninle biraz sohbet edelim “dedi. Doğrusu korktum, gerildim, içimden bunlar kesin JİTEM elemanlarıdır, infaz edecekler dedim. Çok gençtim, 22-23 yaşlarındaydım. 

O dönemde de patır patır gazeteciler öldürülüyordu. Sarkık bıyıklı, uzun boylu adam “Korkma Cüneyt! Sadece sohbet edip seni eve getireceğiz” deyip MİT’te çalıştığına dair kimliğini gösterdi. 

İyi ama neden gündüz gelmediniz de, gecenin bu saatinde? 

Annem, kardeşim korkar, hem onlara ciğer aldım dedim. 

Adam “annenin gönlünü alırız” dedi. Eve gittik. Ana dedim bu arkadaşlar MİT’ten biraz sohbet edip geleceğiz dedim ama annem de çok korktu. 

İkisi de annemin ellerinden öpüp “anneciğim söz Cüneyt’i getireceğiz. Cüneyt’i seviyoruz, sadece bir konuda bilgi verip geri getireceğiz” dedikten sonra duvarda asılı Kur’an’a elini basarak “sağ-salim getireceğiz, kimseye bir şey demeyin bir saate kadar getiririz” diye yemin de ettiler. 

Çaresizce anam da peki dedi ama gözlerindeki korku açıkça kendini belli ediyor, kalbinin atışlarını duyuyor gibiydim. Kendimden çok annemi ve kardeşimi düşünüyordum. 

Ana korkma dedim, Allah’ın dediği olur, eğer dönmezsem televizyonu ararsınız dedim.

Neyse bir yere gittik. Özetle bana “Cüneyt biz senin her şeyini biliyoruz. Ailene bakıyorsun, işini yapıyorsun ama sürekli programa çıkardığın x kişi CIA’e çalışıyor, bir daha onu çıkartma. O ülkemizin aleyhine çalışıyor, kavgayı körüklüyor. Tarihçi, gazeteci falan da değil, resmi CIA elemanı” dediler. Şok olmuştum adeta. 

Sonrada sağ-salim beni eve bıraktılar… 

Döndüğümde ciğer olduğu gibi duruyor, annem komşuları da çağırmış, korku, heyecan, stresle beni bekliyorlardı. Sonrasında ciğerimizi de yedik tabi. 

Önkibar’ın kitabında Kara Kuvvetleri Komutanı Fisunoğlu’nun DYP milletvekili Mehmet Gazioğlu’nu aradığını, Karargaha çağrıldığını, görüşme sırasında Demirel’in İsmet Sezgin’i başbakan olarak düşündüğünü, Sezgin’in şahsına bir itirazlarının olmadığını belirttikten sonra şu çarpıcı cümleyi kuruyor. 

“Malum sürgünle Aydın’a ikamete tabi tutulan bir aileden geliyor. Bu itibarla onu bu dönemde sakıncalı bulduk.” 

Yani açıkçası İsmet Sezgin’in bir Kürt olduğunu, hem de sürgün edilen bir aileden geldiğini ve başbakan olmasına karşı olduklarını açıklıyor. 

Kitapta eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Gül’ün Ak Parti’nin kuruluş yıldönümünde şu anki Cumhurbaşkanı Erdoğan için: 

Tayyip Erdoğan’dan başbakan olur mu? İngilizce bile bilmiyor” dediği de aktarılır. 

Erdoğan ve Büyükanıt arasında Dolmabahçe’deki sır görüşmeleriyle ilgili de Önkibar, Anıt’ın neden sustuğuyla ilgili şu bilgiyi veriyor. 

“Büyükanıt Paşa, eşi ve çocuklarının ticari işleri ve özel yaşamları bağlamında ikaz edilerek susturulmuş.” 

Bir başka çarpıcı bilgi de Ak Parti’nin kapatılma davasıyla ilgilidir. 

Önkibar: “Pentagon son aşamada devreye girip kapatılmayı engellemiştir. Maalesef Türk ordusunun komutan ve sözde kurmay kadroları ABD’nin bu açık operasyonunu okuyamamış ve TSK’nın kellesini kendi elleriyle giyotine koymuşlardır” diyor.

Son 80 yıldır siyasal İslamcılar için üç şeytan olduğunu, bunların Atatürk, Laiklik ve TSK olduğunu iddia eden Önkibar kitabında Ak Parti’nin kuruluş aşamasında ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı’nın Namık Kemal Zeybek’e teklif yaptığını belirterek; Siyasi Müsteşarın: 

“Çok yakın bir gelecekte Mr. Tayyip Erdoğan bir parti kuracak. Sizin de orada yer almanızı istiyoruz” dediğini aktarır. 

Ak Parti’nin kuruluş aşamasında ayrıca Erdoğan ile Gül’ün Dünya Yahudi Konseyi Başkanı Abraham Foxman ile gizli buluştuğunu da iddia eder. 

Erdoğan ile Baykal’ın gizli buluştuğunu, buluşmada Erdoğan’ın Baykal’a; “Sen şimdi beni başbakan yap, ben seni 2007’de Cumhurbaşkanı yapayım” dediğini iddia eder. 

Adnan Menderes’in Metreslerine Susan Erdoğan… 

Önkibar’ın çarpıcı iddialarından biri de idam edilen eski başbakanlardan Adnan Menderes’in metresleri olduğudur. 

Önkibar; “Tayyip Erdoğan’ın evli, üç çocuklu olup yine evli Suzan Sözen ve Ayhan Aydan isimli kadınlarla, üstelik açıktan ilişkiler yaşayan Adnan Menderes’i bırakın ahlak üzerinden eleştirmeyi, onun partisi DP’nin ‘Siyaseten devamıyız,’ bile diyordu. 

Üstelik Adnan Menderes’in bu kadınlarla ilişkisini kocaları biliyordu. Suzan Sözen ile Adnan Menderes İstanbul’da kadının evinde buluşunca, kocası olan İstanbul Emniyet Müdürü diğer odada bekliyordu. 

Aynı şekilde evli Menderes yine evli bir kadını, yani Ayhan Aydın’ı hamile bırakmıştır” diye de iddia ediyor.  

MİT Müsteşarını Tuncay Özkan Belirledi… 

Kitapta bir önemli iddia da şu; gazeteci Tuncay Özkan’ın eski Başbakan Mesut Yılmaz’a tavsiye ederek Şenkal Atasgun’un MİT Müsteşarı olarak atandığıdır. 

Her yerde karşımıza çıkıyor gazeteci Tuncay Özkan.

Bir parantez açarak bir Mülkiye Başmüfettişi dostum da yapılan bir soruşturmada Tuncay Özkan’ın MİT’e çalıştığını tesadüfen tespit ettiğini söylemişti. 

Önkibar’ın kitabında Tuncay Özkan’la ilgili detaylı bilgiler de var.

Özel Harp Dairesi…

Yıllarca tartışılan “Özel Harp Dairesi”nin varlığını uzun uzun anlatan Önkibar’ın şu tespitleri de kayda değer. 

Özel Harp Dairesi ve Kontur-gerillanın bir NATO yapılanması olduğunu vurgulayan Önkibar, MHP’nin ünlü “Komando Kampları”  bu bağlamda incelenmesi gereken bir hadise olduğunu, pek çok ismin Özel Harp Dairesi yani Kontur-gerilla elemanı olduğunu ve CIA’nın Türkiye’de kendi çıkarları ekseninde bir gençliği yaratmaya çalıştığını iddia ediyor. 

MHP’nin Ülkücü Komando Kamplarıyla ilgili Eski Bakan, son derece donanımlı Ertuğrul Günay’ın yazdığı “Muhtıradan Darbeye” ve “Bir Hürriyet Hikâyesi” adlı kitaplarında detayları okurken dehşete kapılmış, ilk keza MHP’nin bu kamplarını, Ertuğrul Günay sayesinde haberdar olmuştum. 

MİT Müsteşarı Fuat Doğu: 

“Ben CIA’nın Şube Müdürlüğünü yaptım! 

Korgeneral Fuat Doğu Paşa MİT’e 1962-1964 ile 1966-1972 tarihleri arasında müsteşarlık yapan isimdir. 

CIA ile aynı binada çalışan ve mensuplarının maaşını ABD’den alan istihbarat kurumumuzun başkanıdır. 

MİT’in Öcalan İlişkisi! 

Öcalan’a da geniş yer verilen kitapta Öcalan’ın eşi Kesir Öcalan’ın MİT ajanı Ali Yıldırım’ın kızı olduğunu, Uğur Mumcu’nun Öcalan-MİT ilişkisini açıklamak üzereyken öldürüldüğünü, aynı şekilde JİTEM kurucusu Cem Ersever’in de benzer konularla ilgili açıklama yapmak üzereyken öldürüldüğünü belirtir. 

Öcalan’ın “Pilot Necati” lakaplı MİT elemanı Necati Kaya ile yakın arkadaş olduğunu, Öcalan’ın kendi yazdığı “Devrimin Dili ve Eylem” isimli kitabında Necati Kaya‘nın bir MİT elemanı olduğunu ve kendisiyle ilişkisini açıkladığını da aktarıyor… 

Aslında kitap bilinen ama inkâr edilen pek çok olaya resmiyet de kazandırıyor. 

Ortadoğu ülkesi olmak böyle bir şey işte…

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —