Bugün, 22 Ekim 2024 Salı

Cüneyt Alphan


Geçmişten Günümüze Dünya!

Ve Kayseri Olayları…


Ülke ve millet olarak o kadar savrulduk ki, ilimden, bilimden, entelektüel hayattan koptuğumuz gibi tarihten, tarih bilgisinden de koptuk.

Veterinerin Hukuk Fakültesi Dekanı olduğu, Hayvanat Bahçesi Müdürünün TÜBİTAK’a atandığı, “cahilin ferasetine güveniyorum” diyenin YÖK’e Denetleme Kurulu Üyesi olarak atandığı bir ülke her yönüyle iflas etmiş demektir. 

Acı da birleşemediğimiz gibi sevinçte de birleşemiyoruz artık...

Hepimizi gururlandıran Milli Takımın oyuncusunun bozkurt işareti yaparak sevincimizi boğazımıza dizdiği gibi… 

Torpille rektör olmuş iktidarın yalakacısı, rejimin gardiyanı Erhan Afyoncu’nun “Viyana 342 yıl sonra düştü” diyebilecek kadar akademik sefilliğini ortaya koyduğu gibi…

Bu sefillik bize şunu gösterdi ki, tarih, rejimin gardiyanlarına bırakılmayacak kadar önemli bir daldır. 

Kayseri’de olaylar yaşanırken bitirdiğim, tam da bugünümüzü, bu anımızı anlatan, adeta ayna tutan, Tolga Uslubaş’ın yazdığı;

“İlk Çağlardan Günümüze Dünya Tarihi-Geçmişten Günümüze Dünya” adlı kitabından kısaca söz etmek isterim.

Tarihte, göçlerle, mülteci veya göçmenlerle imparatorlukların, devletlerin nasıl yıkıldığını da göstermek isterim. 

Eğer on üç milyon mülteci sorununa kesin/kalıcı bir çözüm bulamayacaksak yirmi yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti diye bir devletin olamayacağını, emperyalist devletlerin “Türkiye Birleşik Devletleri” projesinin hayata geçirileceğini, bu projenin de ne Türk’e, ne Kürd’e ne de bu vatanda yaşayan hiç kimseye fayda sağlamayacağını da ifade etmek isterim. 

Kitapta; yapılan arkeolojik çalışmalar, ilk medeniyetlerin milattan dört bin yıl kadar önce, Nil, Dicle-Fırat, İndüs bölgelerinde ve daha o zaman oldukça gelişmiş bir şekilde belirdiğini, eski imparatorluğun firavunları ( 2778-2423) kendilerinden önce gelenlerin bilgece siyasetinin meyvelerini topladığını ve Mısır’ın gelişmesi üzerine kesin etki yaptığını ifade ediyor. 

Ariler Asya’yı işgal ettikçe yerli halkın oralardan göç ettiğini, uygarlığın yağmurla sulanan topraklara yayılışı tartışma götürmez bir gerçek olmakla birlikte ilk gerçekleştiği dönemin tüm ayrıntılarının bilinmediğini, Hitit yaşamının birçok yönü doğrudan Mezopotamya’dan alınma olduğunu, örneğin Çivi yazısı Mezopotamya dilinin bazı mitosları, Mezopotamya’dan alınmış kültür öğeleri olduğunu aktarmaktadır. 

Çok geniş tarih anlatımı yapan ve 400 sayfalık olan kitapta tarihte kurulan devletlerle ilgili kronolojik bir hatırlatmayı da yapmaktadır. 

Örneğin Sümerlerin on bir şehir devleti kurduğunu, Akkadlar ‘ın Sami kökeninden geldiğini, Mezopotamya’ya göçen bu topluluğun Sümer kültürünü benimsediğini, Anadolu’ya yazının bu dönemdeki Asurlu tüccarlar sayesinde geldiğini, Hattuşiler’in (M.Ö 1650-1620), Güneydoğu Anadolu’ya inerek Halebi aldığını kaydeder. 

Kitapta;

“Asur devleti, hâkimiyetini Asya’ya kadar uzattı ve Mısır’a girdi. Yunanlılar Fenike alfabesinden Yunan alfabesini yaptılar. Polis adı verdikleri şehirler Yunan Hükümetinin ana birimi olmuştur. 

Atina’da Monarşi MÖ 683 yılında kaldırıldı. 

İskender’in ölümü “Helenistik dönem” adı verilen bir dönemi açmıştır.

Bu dönemin ayrıt edici nitelikleri birbirinden farklı ve karışık toplulukların ve onların uygarlıklarının birbirleriyle 

karışarak yeni bir potada, yeni bir oluşum meydana getirmesidir. 

Çin MÖ 2000’lerde tarih sahnesine çıkmıştır. Düşünce açısından büyük eserler verdi. Din, ahlak, felsefe gelişti. Bunu en iyi ifade eden de Konfüçyüs oldu.”

İlk defa duyduğum Flaviyenler Hanedanıyla ilgili şu bilgi de kayda değerdir. 

“Flaviyenler Hanedanıyla (MS 68-96) devrinde Kudüs’te Yahudi isyanı oldu.

Yahudi isyanı 70 yılında kanlı bir şekilde bastırılıp, Yahudiler Kudüs’ten sürüldü.”

Başta da ifade ettiğim gibi, göçlerin, mülteci veya göçmenlerin imparatorlukların ve devletlerin yıkılmasına sebep olmuştur, tıpkı Roma İmparatorluğu’nun yıkımına sebep olan “Kavimler Göçü” gibi. 

Kitapta Kavimler Göçüyle ilgili kısaca;

“Kavimler Göçü: 

Dördüncü yüzyılın son çeyreğinde insanlık büyük bir nüfus hareketine tanık oldu. Kavimler Göçü dediğimiz bu olay ilk çağı değiştirebilecek sonuçlar doğurdu. 

İnsanlığın en uzun dönemi olan İlk Çağ, bu karmaşa içinde sessizce kapanırken tüm Orta Çağ etkinliğini sürdürecek olan Feodalizm kökleşmeye başladı. Yıkılmanın eşiğine gelen Batı Roma İmparatorluğu aşiretlere ayrıldı. 476 yılında da yıkıldı.” 

Avrupa’daki otorite boşluğundan yararlanan Kilise ve Papalık, tüm Ortaçağ boyunca siyasal gücü elinde tuttuğunu, Hazar-Arap ilişkileri daha çok savaş şeklinde oluştuğunu, bugünkü Alman, İngiliz, İzlanda, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda milletlerinin teşekkülünü Germenler ve dilleri sağladığını belirtilen kitapta; 

“Emeviler, İslam dinini, İspanya’dan Avrupa’ya soktu. Fas, Kurtuba ve Gırnata Üniversitelerini kurup batıya ilim ve fen götürdüler. Dünya üzerindeki ilk üniversite Fas’ın Fez şehrinde bulunan Kayrevan üniversitesidir. Kurtuba’da 600 bin kitap bulunan bir kütüphane yapıldı” diye ifade ediliyor. 

Derebeylik sistemi…

Kitaptan Derebeylik Sistemi, feodalizm ve diğer kaç başlığı da sizler için not aldım.  

“Feodalizm kelimesi, Latince feodum (tımar) ile taşınabilir değerli mal anlamına gelen Cermen kökenli bir kelimeden türetilmiştir. Feodalizm Avrupa’daki ekonomik dengelerin değişmesiyle yıkılmıştır. 

1337-1475 yıllarını kapsayan İkinci Yüzyıl Savaşlarının sonunda, yüz yıl savaşları sona ermiştir. Yüzyıl boyunca Avrupa’yı kana bulayan bu kavgadan iki yeni ulus, iki yeni devlet Fransa ve İngiltere meydana gelmiştir. 

Haçlı seferleri…

Papalığın teşvikiyle Hristiyan Avrupalıların Müslümanlara karşı tertiplettikleri seferlerin genel adıdır. 

Avrupa’nın kuzey ülkelerinde Rönesans çok daha geç başladı ve İtalya ile Fransa kadar bütünlük sağlayamadı. Hümanizm bütün Avrupa ülkelerine yayılmasını sağlayan baskı makinesi oldu. 

Otuz Yıl Savaşları…

Otuz Yıl Savaşları on yedinci yüzyılda Hristiyanlığın Avrupa kıtasındaki mezhep kavgalarının 1618-1648 yılları arasındaki safhası olarak adlandırılan bir dönemdir. 

Fransız yazar Votaire;

“Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu artık ne kutsal, ne Romalı, ne de imparatorluktu.”

Westphalia, Avrupa’nın gördüğü son büyük “din savaşı”dır. 

Bugün anladığımız anlamda devletlerin oluşturulduğu uluslararası sistem, Wesphalia Barışı ile kurulmuştur. Günümüz Avrupa’sının temelleri özellikle Utrecht Barışı ile atılmıştır. 

Rönesans…

Rönesans’ı, insan düşüncesine özgürlüğün egemen olması biçiminde tanımlayabiliriz. Reform ise, insan düşüncesine din alanında belli oranda özgürlük getirmiştir. Ancak bu gelişmeler, insanın toplum içerisindeki yerini belirleyememiş, bu alandaki özgürlüğü genişletememiştir.

Fransız ihtilalinin Osmanlı devletine etkileri…

Fransız ihtilalinin olumsuz etkilerinin başında Milliyetçilik hareketlerinin başlaması ile Osmanlı ülkesinde birçok isyanın çıkmış olmasıdır.

Sosyalizmin sancılı doğumu…

Sosyalizm akımı da diğerleri gibi kaynağını Fransız ihtilalinden almaktadır. 

Marx ve Engels’in çabasıyla 1864’te ilk İngiltere’de 1’inci Enternasyonal adı verilen bir Milletlerarası İşçi Federasyonu kurulmuştu. 

ABD topraklarına ilk yerleşenler arasında en kalabalık etnik grup İngilizlerdi. Böylece İngiliz dili hâkim oldu. İngiliz asıllı Thomas Paine;

1776’da “Amerika’nın ana yurdu Avrupa’dır. İngiltere’dir.” 

1780 yılında 4 Amerikalıdan 3’ü ya İngiliz’di ya da İrlanda kökenliydi. 

1884-1885 Berlin Konferansı büyük devletlerin sömürgeleri paylaşma denemesine sahne oldu. 

Birinci Dünya Savaşında 11 milyon 115 insan öldü.

17 milyon 664 bin 221 kişi yaralanmış.

5 milyon 800 bin kişi esir düşmüş. 

Maddi zarar: 1500 milyar altın frank. 

İkinci Dünya Savaşında ölümler: 

15 milyon 300 bin ölüm. 

20 milyon yaralı... 

Stalin dönemi…

1937-1938 büyük temizlik hareketinde 10 milyon insan ölmüştür. Stalin, sadece kuvvete güvenen, eylemci bir ihtilal lideri oldu” diye not ediyor kitap. 

İşte bugün yaşadığımız tüm olumsuzlukların, acıların, yıkımların ve sefaletin sebebi tarihi bilmeyişimiz, ders alamayışımız ve en önemlisi kendi çıkarımızı halkın ve ülkenin çıkarı üzerinde görme anlayışımızdan geliyor. 

Palavralarla, kuru gürültü, kuru kavram ve içi boş ideolojilerle birbirimizi yok ederek tükettik, tüketmeye de devam ediyoruz. 

Bu iktidar bizi bu girdaptan çıkarır mı, bilmiyorum ama bildiğim bizim yeniden bir hikâye yazmaya ihtiyacımızın olduğudur. 

Ya bir yeni bir hikâye ya da yok oluş…