Mehdi abi, sadece çok iyi bir hukukçu değil aynı zamanda çok iyi bir yazar, analist, felsefeci, çok sayıda yazdığı kitap, makale ve analizleri de vardır.
Mehdi abinin deli-dolu tarafları da vardır. Örneğin herkesin hayalindeki hâkimlik sınavını kazanır ama hâkimlik yapmaz.
Çok kibar görünür ama çok güçlü bir kalemi vardır.
İşte Avukat Mehdi Bektaş’ın analizi…
Sağcı liberal Ekrem İmamoğlu ile yönetimden sorumlu kapkaççı takımı, “değişim” istemiyle tüm sorumluluğu feodal sosyal Kemal Kılıçdaroğlu’na yıkarak, sütten çıkmış ak kaşık gibi, parti üyelerinin ve delegelerinin duygusal çöküşünü kullanarak, halkçı CHP’de yönetimi ele geçirdiler.
Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel’in, 24 Ocak 1980’de Dünya Bankası danışmanı, emperyalizmin işbirlikçisi Turgut Özal’a hazırlatarak ilan ettiği, Turgut Özal’ın 12 Eylül yönetimlerinin başbakan yardımcısı, Anavatan iktidarının başbakanı olarak 12 Eylül sonrası kararlılıkla uygulayıp sürdürdüğü;
Demirel ve Tansu Çiller yönetiminde DYP’nin, Erdal İnönü ve Murat Karayalçın yönetiminde SHP’nin, Baykal yönetiminde CHP’nin, Ecevit yönetiminde DSP’nin, Türkeş yönetiminde MHP’nin, Erbakan yönetiminde MSP’nin kısa süreli karıştığı;
2002 yılından itibaren Gül ve Erdoğan liderliğinde AKP’nin, ırk, din istismarı, Atatürk ve Türk Devrimi düşmanlığı ile büyüttüğü, uyguladığı, piyasacı, özelleştirmeci, yapsatçı, yağmacı ekonomik, sosyal ve siyasal politikalarının, ülkede yaptığı yıkım ile halkta oluşturduğu öfke sonucu, Erdoğan ve Bahçeli yönetimindeki Cumhur İttifakının iktidarı tepetaklak oldu.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun büyük emekler ve ödünlerle oluşturduğu Millet İttifakı’nın doğurduğu Yurttaş İttifakı, yerel yönetimleri ve yerel iktidarı CHP’ye sundu; canından bezmiş halk, çalışan sınıflar, çevreler sevindi, AKP’den iktidarın alınması umudu ve beklentisi yükseldi.
Bilindiği gibi iktidarlar, ya halkın rızasıyla (seçimle) ya da zorla (devrim/darbe) el değiştir. Zorla el değiştirmede halk ve üretici sınıflar destekliyorsa devrim veya karşı devrim, susuyorsa darbe veya karşı darbe söz konusudur.
Temel tercih halkın rızasıdır (seçim); devrim veya darbe, zorunlu olarak halkın, çağdışı, gerici zalim iktidarlara karşı direnme, zor kullanma, yeniden yapılandırma hakkını kullanmasıdır; karşı devrim ve darbe ise gelişmeyi tersine çevirme, zulme, gericiliğe, çağdışılığa teslim olmadır.
Anadolu topraklarından emperyalizm destekli işgalcilerin ve işbirlikçilerin sürülmesi, karşı koyanların tepelenip toprağa gömülmesi, ulusun kurtuluşunun sağlanması;
Cumhuriyetin ilan edilerek iktidarın hanedandan alınıp ulusa verilmesi, hilafetin kaldırılması, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin kurulması, bilimin yol göstericiliğinde yeni ABC’nin kabulü, eğitim birliğinin oluşturulup, tarikatların yasaklanması;
Kılık kıyafet düzenlenmesi, yönetimde, eğitimde, sanatta, kültürde atılıma hız verilmesi, köylünün topraklandırılması, tarıma ve sanayiye yatırım yapılması, ilköğretimin zorunlu tutulması, meslek ve zanaat okullarının, işliklerin açılması, üniversitelerin kurulması devrimci bir eylemdir.
Devrimci eylemin önderi Mustafa Kemal, örgütü Müdafaa-ı Hukuk, Kuvva-ı Milliye, Teşkilat-ı Millidir; destekleyenler halk, sivil, asker aydın zümre, işçi, köylü, sanayici, tacirden oluşan milli sınıf ve tabakalarıdır.
Halk, Türk Ulusunu; Teşkilat-ı Milli, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni; Kuvva-ı Milliye, Türk Ordusu’nu; Müdafaa-ı Hukuk, kurtuluş ve kuruluşun partisi Cumhuriyet Halk Fırkası’nı (CHP) oluşturur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra iktidar, 1950 seçimi, 27 Mayıs ihtilali, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 faşist darbesi ve 2002 genel seçimiyle el değiştirir.
1950’seçimi sonrası dinci, gerici, işbirlikçi feodal/liberaller, Kemalist halkçıları; 27 Mayıs 1960’da Kemalist devrimciler, dinci, gerici, feodal, ırkçı, liberal işbirlikçileri;
12 Mart muhtıracıları ve 12 Eylül faşist darbecileri, Kemalistleri, halkçıları, milli ve sosyalist devrimcileri; 2002 yılı seçimlerinden sonra kurulan dinci, gerici, işbirlikçi ve liberallerden oluşan AKP iktidarı, Kemalist halkçıları, yurtseverleri, milli ve sosyalist devrimcileri, laikleri, devlet ve kamu kurumlarından uzaklaştırır ve yandaşlarını doldurur.
2002 iktidarı ele geçiren AKP, laik devletin kurallarını ve kurumlarını yok etmeye başlar, 2007 Anayasa değişikliği ile diktatörlüklerde olduğu gibi cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin yolunu açar;
Aydın müsveddesi ve soldan dönme liberal “yetmez ama evetçiler” ile “dinci Gülen Cemaatinin” desteklediği 12 Eylül 2010 referandumuyla;
Yasamanın, yargının işleyişi, AYM ile HSK’nın yapısı bozulur, denetim altına alınır;
15 Temmuz 2016’da, iş ve suç ortağı Fetullahçı yapının darbe girişimini Kemalist subayların ve muhalefetin karşı koymasıyla atlatır; girişimi fırsata dönüştürerek 16 Nisan 2017 referandumu ile kuvvetler ayrılığını yok eder, yasamayı etkisizleştirir, başbakanlığı kaldırarak hükümeti sekretaryaya dönüştürür;
Ordunun içyapısını ve hiyerarşisini bozar; “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dedikleri ucube bir sistem kurarak, Hazineyi ve her türlü devlet yetkisini sorumsuz, denetimsiz tek adam kullanımına verirler.
Türk devriminin ilke ve kuralları işlemez hale getirilir, ulus devleti parti devletine dönüştürülür, silahlı kuvvetler, emniyet ve yargı, yeminini tutmayan partili cumhurbaşkanı iradesine terk edilir;
Hazineye el koymak, kamu malını yağmalamak, yabancıya, yandaşa peşkeş çekmek, tarım, hayvancılık, sanayi, ticaret sektörlerini çökertmek, yap işlet devret modeliyle, nas uygulamalarıyla ülkeyi, halkı borç batağına sokarak, sosyal devleti yok ederek, halkı yoksullaştırıp sadakaya bağlayarak, eğitimi yozlaştırıp imam hatipleştirerek, çağdışı uygulamalarla 31 Mart 2024 yerel seçimine ulaşırlar.
Cumhur İttifakı ve AKP iktidarı, seçmenden okkalı bir tokat yer, birinciliği CHP’ye kaptırır; hiç bir şey olmamış gibi yüzsüzce iktidarda kalmayı sürdürür; tasarruf düzenlemeleriyle yerel yönetimlerin elini kolunu bağlayarak, yerel iktidarı bunaltmayı ve dağıtmayı hedefler.
Sorun, Cumhur İttifakı ve AKP iktidarının ne yapacağından öte, yerel iktidar CHP ile sol parti ve hareketlerin, toplumsal muhalefetin ne yapacağı, iktidarı nasıl hizaya getireceği ve diz çöktüreceği sorunudur.
Bunun için çeşitli yollar ve senaryolar üretilirse de en doğru olanı halkın iradesini kullanacağı erken Genel Seçim’dir.
Halkın iradesine başvurmak için başta CHP olmak üzere, sol parti ve hareketlerin, sendikaların, meslek odaları ve birliklerin, derneklerin ve toplumsal muhalefetin harekete geçmesi, erken seçimi dillendirmesi elzemdir; çünkü ülkemizde gelişmiş ülkelerde görülen seçimi kaybedenin iktidarı bırakması, erken seçime gitmesi pek mümkün değildir.
Suça batmış ittifak ve iktidarın, iktidardan düşmeleri durumunda yargının yakasına yapışacağını bilirler, o nedenle gönüllü değil, ancak zorunlu seçim kararı alırlar, çünkü gelenekten, görenekten, hukuktan değil ancak halk baskısından ve zordan anlarlar…
CHP’nin Genel Başkanı Özgür ÖZEL, seçim sonuçları netleşmeye başlarken, partili cumhurbaşkanını ziyaret edeceğini, ülkenin, üreticinin, emekçinin, emeklinin durumunu ayrıntılı biçimde dile getireceğini, halk istemeden “erken seçim” istemeyeceğini ilan etti.
2 Mayıs 2024’te Özgür Özel Tayip Erdoğan’ı AKP Genel Merkezi’nde, 11 Haziran 2024’te de Recep Tayip Erdoğan Özgür Özel’i CHP Genel Merkezi’nde ziyaret etti. İçeriği açıklanmayan görüşmeler, basına ayrıntısız yansıdı, Özel’in “Normalleşme” ve Erdoğan’ın “Yumuşama” sözcükleriyle dolaşıma girdi.
İktidarın destekçisi parti kurtlandı, kıllandı, seçimin birinci partisine ve başkanına sözlü, yazılı, tabanca görüntülü saldırıya geçti;
RTE’de “yumuşamadan” çark edip, uyumsuz tavrına döndü.
Yerel seçimden bu yana 3 aydan fazla bir süre geçmesine karşın halkı rahatlatacak hiçbir gelişme olmadı, tersine suya tirit vaatlerle AKP iktidarının kendini toparlamaya çalıştığı, halkın, işsizin, dar gelirlinin ezilmesinin, egemenlerin çıkarlarının korunmasının kararlılıkla sürdürüldüğü görüldü.
İşin bir yönü ekonomik ve sosyal politikalar olurken, diğer yönü ise idari, hukuki ve siyasidir. Bu yönlere ilişkin ne konuşma, ne bir tartışma ne de bir öngörü söz konusudur, sorunları karanlıkta bırakmak iktidarın tercihidir.
AKP iktidarıyla konuşarak ekonomik, sosyal, siyasal sorunların çözümü ve düzeltilmesi olanaksızdır. İktidar, yeni Anayasa söylemiyle kendini sorumluluktan, sorumluları da yargılanmaktan kurtarma derdindedir.
Yerelde iktidar olan parti, genelde iktidar olmadan bu sorunların çözümü hayaldir. Bunu anlamayanlar hangi ülkede yaşadıklarını bilmeyenlerdir, gerçekle değil sanalıyla uğraşmaktadırlar.
Bunun için ilk iş, iktidarı erken genel seçime zorlamaktır. Yeni Anayasa tartışmalarından uzak durmaktır, çünkü iktidarın sözünü ettiği kurallarına uyduğu bir Anayasa zaten ortada yoktur.
AKP iktidarının yaptığı eylem ve işlemler, boylarını aşmış, Türk Devrimine ihanetleri belgelenmiştir.
Şöyle ki:
Kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılarak demokrasi hançerlenmiş, düşünce, ifade, basın özgürlüğünü yok edilmiş, yasama, yürütme ve hatta yargı sorumsuz, denetimsiz, tek kişinin iradesine bağlanarak, dinci faşist bir diktatörlük kurulmuştur.
Başbakanlık kaldırılmış, bakanlar yetkisiz, sorumsuz kapıkulu yapılmış, hükümet “Sekreterler Kurulu’na” dönüştürülmüştür.
İktidar, TBMM’de ki üye çoğunluğu, cumhurbaşkanı ve HSK eliyle Yargıyı tek kişinin iradesine bağlamış, bağımsızlığını ve yansızlığını yitirtirmiş, iktidarı tutup muhalefete vurmayı görev yapmıştır.
Ordunun işleyişi ve hiyerarşisi bozulmuş, jandarma ve sahil güvenlik içişleri sekretaryasına bağlanmış, genelkurmay etkisizleştirilerek, ordu bölünmüş, güvenirliliği ve caydırıcılığı yok edilmiştir.
Askeri okullar, askeri hastahaneler, askeri yargı, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kapatılarak, subayın Türk Devrimine, tarihine, geleneklerine bağlı olarak etkin, yetkin, bilgili ve sağlıklı yetişmesi engellemiş;
Askerliğin özelliğine uygun dava açması, yargılanması önlenmiş; askeri davaları görme yetkisi, iktidarın her türlü etki ve yönlendirmesine açık HSK’nın yönetim ve denetiminde olan sivil yargıya verilmiştir.
Bilimsel ve laik eğitim, fen bilimleri, sosyoloji, psikoloji, felsefe, mantık dersleri milli eğitim müfredattan çıkarılarak, ya içi boşaltılarak ya da ders saatleri azaltılarak devre dışı bırakılmış;
Din eğitimi temel yapılarak, bilimsel ve laik eğitim okulları imam hatip okullarına dönüştürülmüş, “dindar ve kindar nesil” yetiştirmeye kalkılmış, genç kuşakların ve ulusun geleceği karartılmıştır.
Halkın vergileriyle yetişen genç beyinlerin, halkına hizmet etmeden, yetişmesine bir kuruş katkısı olmayan emperyalist ülkelere iş bulmak ya da iyi koşullarda çalışmak için gitmesi, emperyalist ülkeleri sevindirmiş, ülkemizin gelişmesini ve kalkınmasını düşleyen yurtseverleri üzmüştür.
Yüksek Seçim Kurlu (YSK), atamalarla iktidara tabi kılınmış, iktidarın baskısı ve yönlendirmesi altında seçimlerin eşit ve adil olması engellenmiş, yasa ve hak ihlali yaygınlaşarak, hileli oy ve sayımlarla seçimler ve halk oylamaları şaibeli olmuştur.
Devlet ve kamu kurumlarından laikler dışlanırken, meslek okulu diye nitelenen imam hatipler yaygınlaştırılarak, dinci vakıflarla protokoller imzalanarak, tarikatlarla bağlantı kurularak imam hatipli bakan, vali, kaymakam, subay, polis, hâkim, savcı, avukat, genel müdür, müdür, doktor, veteriner, eczacı, mimar, mühendis, öğretmen yetiştirilerek;
Devlet ve kamu kurumlarına yerleştirilmiş, okul imama teslim edilmiş, bunların eylem ve söylemleriyle laik Türkiye Cumhuriyeti, dinci, şeriatçı, hilafetçi bir devlete dönüştürülme sürecine sokulmuştur.
Ege Denizi’nde 19 adamız işgal altındadır, Ukrayna Konferansı’nda İstanbul Fener Rum Patriği Bartholomeos’u Ekümen olarak taktim edilmiş, Dışişleri sekreteri Hakan Fidan önünde, “Ekümenik Patrik” olarak imza atmış, iktidar yetkililerinin gıkı çıkmamaktadır.
Ordu, “Bir koyup üç alacağız, Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılacağız” diyenlerin oyuncağı olmuş, Suriye ve Irak içlerinde savaşa sokulmuş, ham hayaller uğruna yüzlerce vatan evladını şehit vermiş, Genelkurmay ve kuvvet komutanları devlete değil de iktidara bağlandığı için sesini çıkaramaz olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin stratejik kurumları, özelleştirme adı altında yabancıya, yandaşa satılmış, KİT’ler kapatılmış, tarım ve hayvancılık ülkesi dışarıdan et, süt, tahıl, saman alma durumuna düşürülmüş, tarım ve hayvancılık bitirilmiş, kırsal kesim sadakayla yaşar duruma getirilmiş;
Halk, işçisi, çiftçisi, memuru, esnafı, hayat pahalılığı altında ezilmiş, seçimlerin birinci partisi, halk istemeden “seçim istemem” diyor. Halk iktidara tokadını vurmuş, daha ne yapacak?
Erken Seçim İsteyecek Siyasi parti ve hareketler;
Montrö’yü deldirtmeyeceğiz, Lozan’ı tartıştırmayacağız, adaları işgalden kurtaracağız, Kıbrıs’ı emperyalizme yem ettirmeyeceğiz, “Mavi Vatanı” koruyacağız;
Suriye ve Irak’tan silahlı kuvvetleri çekeceğiz, meşru hükümetlere destek olacağız, yurtta barış dünyada barışı savunacağız, NATO’dan çıkacağız, AHİM kararlarını kesinlikle uygulayacağız;
KİT’leri yeniden açacağız, stratejik kurumları geri alacağız;
Üretimi, eğitimi, salığı, sanayiyi kırsala yayacağız, öğretmeni, ebeyi, doktoru, veterineri, mühendisi, mimarı, ziraatçıyı yerele sokacağız, kooperatifleştirmeyi geliştirerek, kalkınmayı kırdan başlatacağız;
Ormanlarımızı, göllerimizi, sularımızı, kıyılarımızı, coğrafi ve tarihi dokumuzu koruyacağız;
Merkez Bankasının yedek akçesinin, 128 milyar doların kimlere gittiğini bulacağız, yolsuzlukların, hırsızlıkların takibini kesintisiz sürdüreceğiz, yiyip, içenlerin burunlarından fitil fitil getireceğiz;
Anayasanın ilk üç ve bağlantılı maddelerini çiğnetmeyeceğiz;
İşçiyi, çiftçiyi, esnafı, emekliyi, malulleri, yerli tüccarı ve sanayiciyi koruyacağız, kurda kuşa yem ettirmeyeceğiz;
Demeleri, açıklamaları, güç ve iradeyi topluma göstermeleri gerekir.
Yoksa salt mitinglerle genel seçime kadar toplumu tutmak kolay olmayacaktır. İktidar uzun vadeli plan ve uygulamalarla toplumun öfkesini gidermeye, onlar yapamaz ben yaparım demeye, tasarruf genelgesiyle yerel iktidarların çalışma ve etkinlik kurma alanlarını daraltmaya başladı bile.
Sosyalist solun oy gücü görünmüyorsa da toplumdan büyük destek gördüğü, “kazanamazlar, oyumuz ziyan olmasın” diye oy vermedikleri, mücadelelerine büyük saygı duydukları biliniyor. Devrimcilerin mücadelesi olmasa, bırakın solu, demokratların bile sesi soluğu çıkmaz, kuşkusuz baskıya, zulme teslim olurlar. L
O nedenle herkes görevinin ayırdında olsun, böbürlenme, kibirlenme, “biz neyiz siz nesiniz” gibi söz ve eylemler dostlar arasında olmasın, hep birlikte cumhuriyet ve halk düşmanı iktidar ve çevresine karşı “el ele gönül gönüle” olsun derim.” Diyor Mehdi Bektaş…