Bugün, 22 Ekim 2024 Salı

Cüneyt Alphan


Atatürk’ün Peygamber Sevgisi…

Bu başlığı gören başta Atatürkçüler, “acaba”, Atakürtçüler, “hadi canım”, tarikat-cemaatler “hadi oradan”, “muhafazakâr kesim”, “inanmam”, solcular ise “yemeyiz” diyebilirler.


Öncelikle şunu söyleyeyim; başta tarih, tarihsel şahsiyet, bilimsel, siyasal, toplumsal konularla ilgili herhangi bir değerlendirme yaparken asla duygusal davranmam, düşmanım bile olsa asla adalet duygumdan taviz vermem, babam bile olsa taraf tutmam.

Konu bilimsel ise bilimin otoritelerine, siyasal ise konun otoritelerine, dini ise dini otoritelere başvururum. 

Elbette ki Osmanlı parçalanırken, Cumhuriyet kurulurken, kurulduktan sonraki bütün aşamaları, yaşanan siyasal, toplumsal olayları ve isyanları okumuş biri olarak kendi rezervlerimi de bir kenara bırakıyorum. 

Ayrıca tarihçi olmadığım için de aşağıda anlatılanların kesin doğru veya kesin yanlış diyebilecek bir otoriteye de sahip değilim. Benim görevim kamuoyuna aktarmaktır. Takdiri ise kamuoyu yapacaktır. 

İlahiyatçı, Felsefeci, Yurtdışında eğitim gören, “evrim teorisi” üzerine doktora yapan,  Üniversitelerde dekanlık yapan, Fransızca ve Arapça bilen, 140’ın üstünde uluslararası kongre, panel ve sempozyumlara katılan, 70’in üzerinde bilimsel makalesi olan ve 23 eser (kitap) yazan Prof. Dr. İsmail Yakıt’ın yazdığı; “Atatürk ve Din” adlı kitabını okuyunca şimdiye kadar hiç rastlamadığım bilgilere rastladım. 

Onun için siz değerli okuyucularım ve kamuoyuyla paylaşmayı uygun gördüm. 

Kitabın yazarı Prof. Dr. İsmail Yakıt; bugün ülkemizde dine karşı olanlar, dini değerleri hayattan tecrit etmek isteyenler, genellikle hep Atatürk’e sığınmakta, onu kendi düşüncelerine kalkan yapıp kendi fikirleri ve idealleri doğrultusunda istismar ettiklerini belirterek:

Öte yandan, kendilerini Yüce İslam dininin sözcüleri zanneden bir takım kimseler de o büyük insani, dine karşıymış gibi gösterme gafleti içine girdiğini ifade etmektedir. 

Yakıt; kitabında; “Böylece din konusunda Atatürk’ün olduğundan farklı gösteren art niyetli kişilerin bu nevi yorumları, ülkemizde kutuplaşmalara sebep olmakla, millet ve devlet bütünlüğünü ile milli birlik ve beraberliğimiz açısından son derece zararlı hale gelmektedir. O, (Atatürk) İslam dinine samimiyetle inanmış ve değerlerine sahip çıkmış bir kişidir.”

Atatürk’ün Laikliğe Bakışı: 

İsmail hoca Atatürk’ün laikliğe bakışını şu satırlarla dile getirmektedir. 

“Halbuki Atatürk, laikliği din ve mezhep kavgalarını önlemek, dini kullanarak siyasi çıkar sağlamak isteyenleri engellemek için ortaya koymuştur. 

Atatürk; ‘laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için hakiki dindarlığın imkânını temin etmiştir.’ Demektedir.  

Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, terakkinin ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış şark kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz” diyor. 

Kitapta; dini, Allah ile kul arasında bir ilişki olarak gören Atatürk;

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymada serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. Kasde ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz.”

Atatürk; 07.0 2. 1923 tarihinde Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Hutbede şunları söylemektedir. 

“Ey millet!

Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti, merhameti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz, Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyeyi tebliğe (dini hakikatleri bildirmeye) memur ve rasûl olmuştur. 

Bilcümle kavânin-i kevniyeyi (kâinattaki bütün kanunları) yapan Cenab-ı Hak’tır.

Efendiler!

Camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp-kalkmak için yapılamamıştır. 

Camiler, tâat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek yani meşveret için yapılmıştır” diyor. 

Atatürk’e göre cumhurbaşkanı nasıl olmalı? 

 “Milletin Reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması lazımdır.” 

Atatürk’ün Bütün Eşyası: 

Atatürk; ünlü Fransız Gazeteci Maurice Pernot’ verdiği mülakat. 

Gazeteci Pernot; “Mustafa Kemal Paşa, bütün eşyası bir kanape, iki koltuktan ibaret olan küçük bir odada…” diyor. 

Atatürk’ün Halifeliğe Bakışı:

Bildim bileli çok tartışma konusu olan halifelikle ilgili Atatürk şunları söyler: 

“Tarihimizin en mesut devresi hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. 

Bir Türk Padişahı, hilafeti her nasılsa kendine mal etmek için nüfuzunu, itibarını, servetini kullandı. Bu, sırf bir tesadüf eseriydi. 

Peygamberimiz ashabına ‘dünya milletlerine İslamiyet’i kabul ettirmelerini’ emretti. 

Bu milletlerin hükümetlerinin başına geçmelerini emretmedi. 

Peygamberimizin zihninde asla böyle bir fikir geçmemiştir.

Hilafet demek idare, hükümet demektir. Hakikaten vazifesini yapmak, bütün Müslüman milletlerini idare etmek isteyen bir halife buna nasıl muvaffak olur? 

İtiraf ederim ki bu şartlar içinde beni halife tayin etseler istifamı verirdim.”

Atatürk; 

Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz.”

Atatürk sorulan bir başka soruya şu çarpıcı cevabı vermektedir: 

“Din vardır ve lazımdır.

Temeli çok sağlam olan bir dinimiz var. Malzemesi iyi. Fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmiş. 

Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üzerine yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.

Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur.”

Atatürk verdiği bir demeçte de: 

“Biz ne Bolşevik, ne de komünistiz; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü milliyetperver ve dinimize hürmetkârız.”

Medreselerin Kapatılması!

Yine çok tartışmalara neden olan ve halen tartışması devam edilen medreselerin kapatılmasıyla ilgili Atatürk Yahya Galip Bey’e şunları söyler: 

“Müslümanlıkta rahiplik yoktur. 

Medreseler, eski Türklerin kurdukları modern zihniyette üniversitelerin taassubun elinde ıslah olmayacak kadar tereddiye (soysuzlaşmaya) uğramış harabelerdir. Bunları ne ıslah, ne de idame ettirmek kabildir. 

Yıkmaktan kastımız budur.

Müslümanlıkta imam cemiyetin en üstün adamıdır.

Zamanın en münevver adamıdır. Dört-beş yüz yıl birbirini tutmayan içtihatlarla, esen rüzgârlara göre verilmiş fetvalarla inançlarıyla oynanan Türk Milletinin din duygularını, bir süre skolastik cahilin eline bırakamayız. İleride bu işi bizzat ele alacağım.”

“İslam dini bir akıl dinidir.” 

Son günlerde başta Cübbeli gibi şarlatanların “İslam dini akıl, mantık dini değil” açıklamalarının tersine Atatürk İslam dininin bir akıl dini olduğunu belirterek; 

“Hangi şey akla mantığa, halkın menfaatine uygundur, biliniz ki, o bizim dinimize uygundur. 

Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam’ın menfaatine muvafıksa kimseye sormayın, o şey dindir.  

Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın tetabuk ettiği (uygun olduğu) bir din olmasaydı ekmek olmazdı, âhir (son) din) olmazdı. Her sarıklıyı hoca sanmayın, Hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.” 

Atatürk’ün Peygamber Sevgisi!

Müslüman olduğundan iftiharla bahseden Atatürk’ün, Hz. Peygamber’den hürmetle bahsettiği pek çok sözü vardır. Hz. Peygamber (a.s)’dan söz ederken;

“Cenab-Peygamber”, “Peygamber efendimiz”, “Fahri Kâinat Efendimiz”, ve onun dönemi söz konusu olduğunda “Peygamberimiz zaman-ı saadetlerinde” diyerek söze başlamıştır. 

Atatürk Peygamber efendimizi tanımlarken şöyle der:

“Yüzü nurani, sözü ruhani, rüşd-i rü’yette (görüş doğruluğunda) bedelsiz, sözünde sadık, hilm-ü mürüvvetçe (yumuşak huy ve insanlıkta)) başkalarına üstün olan Muhammed Mustafa (a.s), evvela bu hususi mümtaz vasfılarıyla kabilesi içinde ‘Mühammed’ül-Emin’ oldu.” 

Atatürk;

“Hz. Muhammed’in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir.

O’nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.”

Atatürk’ün yeryüzünde en hayran olduğu kişi “Hz. Muhammed”tir demiştir. 

“Cenab-ı Peygamber, Hâtem’ül Enbiya olmuştur ve kitabı, Kitab-ı Ekmel’dir” diyen Atatürk; Kur’an’ın Türkçe mealiyle ilgili de şu tespitleri yapar:

“Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar.

Bunun için Kur’an Türkçe olmalıdır. 

Türk, Kur’an’ın arkasında koşuyor; fakat O’nun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var, bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın.”

Prof. Dr. İsmail Yakıt kitabında; 

“Atatürk’ün, namazda Kur’an’ın Türkçesini okuttuğuna veya okutmak istediğine dair ne bir uygulama, ne bir direktif ve ne de bir vesika vardır. Atatürk’ün sağlığında ibadet dili ile ilgili olarak ezan, kamet, tekbir ve sala’nın Türkçe okunması yasal bir hükme bağlanmamıştır. 

Ezanın Türkçe okunmasının yasal zorunluluğu Atatürk’ün ölümünden sonradır.

Ramazan ayında hafızların saraya davet edildiğini, Kur’an dinlediğini, hafızlarla beraber iftar açtığını belirten Yakıt; ayrıca Ramazan ayı geldiğinde Atatürk’ün Çankaya Köşküne incesaz heyeti Çankaya’ya girmesine izin vermediğini de belirtiyor. 

Yakıt; “Kandil gecelerinde saz çaldırmazlardı. Sadece Kur’an’ı Kerim’den bazı süreleri okuturdu.” 

Atatürk’ün liyakatla ilgili sözleri

Atatürk; 

“Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir. 

Kutsal ve ilahi olan inançlarımızı ve vicdanlarımızı ve kaypak olan ve her türlü çıkar ve ihtirasın doğuşuna yataklık eden siyasetten ve siyasetin bütün organlarından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak, milletin, dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. İslam dininin yüksekliği ancak bu şekilde ortaya çıkar” diyor.

Aslında yukarıdaki tespitler, bugün yaşadığımız acı tablonun ta kendisidir…