Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Leyla Zana'ya yönelik küfürlü tezahüratların ve sonrasında yaşanan "Uludağ gazozu" kampanyasının, Türkiye'de tribün kültürüyle iç içe geçmiş cinsiyetçi ve ırkçı refleksleri gözler önüne serdiğini yazdı. Karaca'ya göre, olay yalnızca bir maç günüyle sınırlı kalmadı; zamanla "ritüel sürekliliği" kazanan bir sahiplenmeye dönüştü.
Karaca, her şeyin 16 Aralık 2025'te oynanan Somaspor–Bursaspor karşılaşmasında, Bursaspor tribünlerinden Leyla Zana'ya yönelik cinsiyetçi ve küfürlü tezahüratların yükselmesiyle başladığını hatırlattı. Bu tezahüratların tesadüfi olmadığını vurgulayan Karaca, kullanılan ifadelerin açıkça ırkçı, aşağılayıcı ve sistematik olduğuna dikkat çekti. Yazıda, hedef alınan küfürlerin bir politik itirazdan ziyade, "kadını ve Kürt'ü aynı anda cezalandırmak isteyen" bir bilinçaltının dışavurumu olduğu ifade edildi.
Olay sonrası Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'nun (PFDK) Bursaspor'a "çirkin ve kötü tezahürat" gerekçesiyle 16 bin TL ceza verdiğini hatırlatan Karaca, Leyla Zana'ya edilen küfürlerin bedelinin bu rakamla sınırlı kalmasını eleştirdi. Aynı dosyada farklı ihlaller nedeniyle toplam cezanın 342 bin TL'ye ulaştığına dikkat çekildi.
Karaca, olayın tribünle sınırlı kalmadığını belirterek, günler sonra Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'ın, Antalya'da Kemer İlçe Başkanlığı açılışında yapılan "Uludağ gazozu" gösterisini yazısına taşıdı. Gazoz içme görüntülerinin sosyal medyada dolaşıma sokulmasını, "basit bir şaka" değil, bilinçli bir sahiplenme koreografisi olarak değerlendirdi.
Yazıda "Neden Leyla Zana?" sorusu da özel bir başlık altında ele alındı. Karaca'ya göre hedefin ilk katmanı Kürt kimliği, ikinci katmanı ise Zana'nın kadın olmasıydı. Güncel bir siyasi çıkışı olmayan, yıllardır sembolik bir figür haline gelmiş Leyla Zana'nın seçilmesinin, tribün alt kültürü açısından "kolay hedef" olmasından kaynaklandığı ifade edildi.
Karaca ayrıca, benzer cinsiyetçi reflekslerin farklı olaylarda da tekrarlandığını vurguladı. Uyuşturucu soruşturması kapsamında gündeme gelen bir spor kulübü başkanı ve kadın spikerle ilgili tartışmaları hatırlatan Karaca, erkeklerin korunup kadınların linç edilmesinin Türkiye'deki "erkeklik kültü"nün sürekliliğine işaret etti.
Yazının sonunda Karaca, Soma'daki küfürlerin yalnızca Leyla Zana'ya değil, Kürt kimliğinin kamusal görünürlüğüne yönelik bir saldırı olduğunu belirterek, tribünlerdeki bu "yapış yapış seksizmin" giderek normalleştirildiği uyarısında bulundu. "Gazoz erkekliği" olarak tanımladığı bu tutumun, kadın onayıyla birlikte bir taşkınlık olmaktan çıkıp kalıcı bir rejime dönüşme riski taşıdığını vurguladı.
İşte Nihal Bengisu Karaca'nın köşesine taşıdığı metnin tamamı ;
Bu hikâye olduğu gün de yeterince çirkindi. Ancak hadisenin sahiplenilmesi bir ritüel sürekliliği edindiği günden beri, daha da çirkin.
Her şey 16 Aralık 2025'te Somaspor–Bursaspor maçında tribünden Leyla Zana'ya cinsiyetçi ve küfürlü tezahüratların yükselmesiyle başladı. Deplasmanda yer alan Bursaspor tribünlerinden Leyla Zana'ya yönelik küfürler elbette organizeydi. Cümleler yalnızca terbiyesiz değildi; açıkça ırkçıydı, aşağılayıcıydı, sistematikti. Tribünün içindeki bazı erkek gruplarının bilinçaltını dışa vuran, kadını ve Kürt'ü aynı anda cezalandırmak isteyen bir refleksin ifadesiydi olanlar. Bunu yaparken bir duruma, seçilen bir politikaya, gidilen bir yola itiraz etmiyorlardı. Ne hak talep ettiler ne bir siyasi süreçle bağ kurdular. Sadece küfrettiler…
PFDK da "çirkin ve kötü tezahürat" diyerek Bursaspor'a 16 bin TL ceza kesti; aynı dosyada başka maddelerle toplam ceza 342 bin TL'ye dayandı. Ama onlar başka ihlaller içindi. Leyla Zana'ya küfretmenin tarifesi sadece 16 bin TL'ydi.
Kendi köşesinde sakin tertip oturan Leyla Zana'ya sövmeyi, "Deplasmandaki maça gidenler genelde kulübün çekirdek, homojen ve misafir olma avantajını kullanarak abartmaya eğilimli olan kesimidir, oluyor bazen böyle" parantezine alıp olanları yumuşatmanın zaten yeri yurdu yoktu. Ancak olay orada da kalmadı.
Günler sonra sahne değişti: Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Antalya programında Kemer İlçe Başkanlığı açılışına gitti ve o meşhur "Uludağ gazoz" gösterisi tam burada, tam bu bağlamda gerçekleşti. Höpürdetilerek içilen gazozun videosu dolaşıma sokuldu. Açılış görüntülerinde "Başkan herkese bir Uludağ ısmarladı" çizgisiyle, Zafer Partili erkek toplulukları adeta "küfürü ettik, üzerine de gazoz içtik" dercesine kadraja yerleşti. Bu, basit bir mavra yapma hâli değil, çalışılmış bir sahiplenme koreografisiydi.
Üstelik bu sahiplenme tekil, anlık bir heves de değildi. Aynı "Uludağ" sembolüyle tribün diline göz kırpanlar giderek arttı. Kardiyolog Bengi Başer örneğin hemen o sıraya girdi ve gazozlu pozdan sonra Yeniçağ Gazetesi'nde köşe yazarı oldu.
Şimdi asıl soru şu: Neden Leyla Zana?
Çünkü hedefin ilk katmanı Kürt kimliği. Leyla Zana'nın güncel bir çıkışı yok. Son dönemde ortalığı karıştıran bir demeç yok. Ama Türkiye'de "Kürt meselesi" denince otomatik açılan bir çekmece var: 1991'deki yemin krizi. Zana'nın Meclis kürsüsünde "bu yemini Kürt ve Türk halklarının kardeşliği için ediyorum" demesi, Kürtçe konuşması, onu bir siyasetçiden çok tarihsel bir işarete dönüştürdü.
Sonra ikinci katman devreye giriyor: Kadın olması.
Onca Kürt erkek siyasetçi arasından, yıllardır sembolik bir hafızaya dönüşmüş, kavgadan ziyade barış olsun diye uğraşmış, şu an torun tosun sahibi ve güncel bir kavganın ortasında olmayan bir figüre küfretmek tribün alt kültürüne daha "uyumlu". Çünkü tribün, tartışmayı fikirle yürütmeyi sevmez; kolay yoldan aşağılamayı seçer. Ve bu aşağılamanın en pratik yolu hâlâ aynı: Hedefin yedi sülalesini tararken anayı, bacıyı, eşi; yani kadını örselemek, haysiyetini kum torbasına çevirmek. Kürt kimliğine ve muhtemeldir ki yürümekte olan sürece — Zana'nın geçmişte "bu işi çözerse Erdoğan çözer" dediği düşünülürse — belli ki iktidara yönelen öfke, ifade biçimini yine mizojiniden seçiyor. Sadece güncel siyaset değil, hafızanın tamamı hedef alınıyor.
Tam bu atmosferde DEM Parti'nin 4 Ocak'ta Diyarbakır'da (İstasyon Meydanı) miting çağrısı da gündeme geliyor. Doğru hamle mi? Toplumsal tansiyon bu kadar gelgitliyken ve gazoz kapağının altından fışkıran şey hiç de sağlıklı değilken, riskli. Çünkü bu iklimde her miting, çözüm arayışından çok "erkek kalabalıklar arası güç gösterisi"ne çevrilmeye müsait. Her ne kadar söz ve hatta meydanlara seslenme hakkı Leyla Zana'ya geçmiş olsa da.
Futbol ve tribün ahlakı (!) demişken, aynı pespayeliğin başka başlıklarda da benzer refleksi ürettiğini görmezden gelemeyiz. Uyuşturucu soruşturması gündeminde, savcılık ifadesine yansıdığı şekliyle spor kulübü başkanı ve kadın haber spikerinin WhatsApp yazışmalarının konuşulduğu atmosferde; temsil ettiği "erkeklik kültü" üzerinden başkanın neredeyse tebrik edilip el üstünde tutulmasına karşılık, tüm okların kadın spikerin üzerine çevrilmesi de hazindir. Kadın, kitleler tarafından sürekli hakarete uğrarken başkan, "dik dur eğilme" diyen bir topluluk tarafından karşılanıp övüldü. Dosyanın hukuki tarafı ayrı; linç ekonomisinin işleyişi ayrı: Yine kadın hedef, kadın her zaman "erkekler arasında şaka" ambalajı.
Soma'da atılan küfür, yalnızca bir kişiye değil; Kürt kimliğine ve o kimliğin kamusal görünürlüğüne saldırıydı. Ama saldırının biçimi, seçilen isim ve kurulan dil gösteriyor ki ikinci halkada hep tribünlerin yapış yapış seksizmi var. O seksizm, Kürt meselesine değdiği anda daha da rahatlıyor. Üstelik bu "gazoz erkekliği" sadece erkeklerce taşınmıyor; kendine kadın deyip ırkçılığıyla kapak açılınca köpüren nefrete "oh iyi geldi" diyenler de çıkıyor.
Oysa kadınların da bu şova omuz verdiği yerde küfür tribünde kalmaz; normalleşir. Erkeklik şovu, kadın onayı alınca "taşkınlık" olmaktan çıkıyor, rejimin ta kendisi oluyor.